Yaşamı üzerine bildiklerimiz çok azdır. Kimi kaynaklarda rastlanan bilgilerse ya söylentiye dayanmaktadır ya da çelişkilerle doludur. Nerede, ne zaman doğduğu bilinmiyor. Mehmet Fuat Köprülü, Hille’de doğmuş olabileceğini daha akla yakın bulmaktadır.
Asıl adının Mehmet, babasının ise Süleyman adlı biri olduğu söylentisi ise kendisinin gerek Farsça divanında, gerekse Hadikatü’s-Süeda’da ana dilinin Türkçe olduğunu söylemesiyle doğrulanıyor.
Çocukluğu ve gençliği nerede geçmiştir, kimlerden ders almıştır, burası karanlık. Ama molla sanını aldığı düşünülür ve yapıtlarında rastlanan felsefe, tıp, din bilimleriyle ilgili bilgiler göz önünde tutulursa, iyi bir öğrenim yaptığı kesindir.
Şah İsmail’in 1508’de Bağdat’ı fethetmesin den sonra Bağdat’ta bulunduğu, Şah İsmail adına yazdığı Beng ü Bâde mesnevisinden anlaşılıyor. Ayrıca bir kasidesinden Bağdat’ta Safevi valisi olan Kürt reisi İbrahim Han tarafından korunduğu da bilinenler arasındadır. Ama İbrahim Han ölünce (1527) Hille’ye çekilmiş, Safevi büyükleri arasında başka bir koruyucu bulamamıştır.
Kanuni’nin Bağdat’ı fethedişine kadar (1534), Fuzulî’nin nasıl bir yaşam sürdüğü bütünüyle karanlıktır. Kanuni Bağdat’ı alınca “Geldi burc-i evliyaya padişah-i nâmdâr” (H.941) tarihini taşıyan dizenin bulunduğu kasideyi padişaha sunmuş, ayrıca ileri gelen devlet adamları için de kasideler yazmıştı. Bu nedenle günde 9 akçalık bir gelir bağlandığım, ama evkaf dairesindeki yolsuzluklar nedeniyle bu parayı alamayıp, Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi’ye ünlü Şikâyetname ’yi yazdığını biliyoruz.
Fuzulî, orduyla birlikte Bağdat fethine katılan Hayâlî, Taşlıcalı Yahya gibi o dönemin ünlü şairleriyle tanışmış, onlarla dost olmuştu. Bu üç şairin birbirlerine nazireler yazmış olmaları bu dostluğu kanıtlar.
Bütün yaşamı Hille, Kerbelâ ve Bağdat çevresinde geçmiştir. Sıkıntılarla ve geçim zorluklarıyla dolu bir yaşam sürdüğü, “Diyar-ı Rumu gözet terk-i hâk-i Bağdat et” demesine karşın Irak bölgesinden ayrılamadığı kendisinin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır.
Hangi tarihte öldüğü bilinmekle birlikte öldüğü ve mezarının bulunduğu yer de söylentilere dayanmaktadır. Irak’ta görülen bir veba salgını sırasında (H.963) ölmüştür. Bugün, Kerbelâ’da Meşhed-i Hüseyin yanındaki türbenin ona ait olduğunu kesinlikle ileri sürmek mümkün değildir. Türbe bir Bektaşi tekkesindedir ve şairin mezhebi düşünülürse, Bektaşi geleneğinin bu türbeyi ona mal etmesine şaşmamak gerekir. Fuzulî’nin Şiî mezhebine bağlı olduğu konusu, bugün artık tartışılamayacak bir biçimde kanıtlanmıştır.
Şurası çok açıktır ki; Fuzuli, gelmiş geçmiş Türk şairlerinin en büyüklerinden biridir. Bu büyüklük, hakkında yüzlerce makale yazılmasına, inceleme yapılmasına yol açmıştır. Burada, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir iki makalesiyle onun şiir dünyasına girmeye çalıştığını ve Fuzulî’yi gerçek yerine oturttuğunu belirtelim. Ona göre “Fuzulî, şiiri sadece kalbe ait bir macera telakki eder ve ıztırabı şair için yaşanacak tek iklim gibi görür.”
Menim tek hiç kim zâr ü perişân olmasun yâ Rab
Esir-i derd-i aşk ü dağ-i hicrân olmasun ya Rab
beyti Tanpınar’ı doğrular. Böylece “onda her şey kendiliğinden ben’in etrafında toplanır ve oradan hareket ederek dünyasını yakalar.” Aşkının çeşidi ne olursa olsun, şiirleriyle yarattığı dünya, hatta ünlü Leyla ve Mecnun mesnevisi biraz da kendi öyküsüdür.
Mende Mecnûndan füzûn âşıklık istidâdı var
Âşık-ı zadık menem Mecnûnun ancak âdı var
derken kuşkusuz bunu anlatmak istiyordu. Lirizmini besleyen acı zevk veriyordu ona. Şu beyitleri okuduktan sonra onu yaşatanın acı çekmekten zevk duyma olduğunu düşünmemek mümkün değildir:
Cân ü ten oldukça benden derd ü gam eksik değil
Çıksa cân hâk olsa ten ne can gerek ne ten banaAşk derdinin devâsı kabil-i dermân değil
Terk-i cân derler bu derdin muteber dermânına
Bu beyitler bizi, aynı zamanda, onun ölüm karşısındaki tavrına götürür. Bir kurtuluş gibi gösterdiği ölümü hiçbir zaman istemez. Ama onun yaşamın karşıtı olduğunu, kendisini bir gölge gibi izlediğini bilir. Çünkü onun şiiri duygusal planda nasıl Mecnun’la, Kerbelâ şehidi Hüseyin’e bağlanırsa düşünsel açıdan da tasavvufla beslenir. Sıkıntı, acı, ayrılık, tokgözlülük, yoksulluk gözyaşı, dövünme ve dünya nimetlerinden sıyrılma düşüncesi. Bütün bunlara bir de yalnızlık psikolojisi eklenir:
Âşiyân-ı mürg-i dil zülf-i perişânındadır
Kande olsam ey peri gönlüm senin yanındadırDiyâr-ı hecrde seyl-i sitemden oldu harap
Fezâ-yı aşkta abâd gördüğün gönlümEy Fuzulî akıdup seyl-i sirişk ağlayalı
Aşk ehline figân etmeği kanun ettinCife-i dünya değil ger kes gibi matlubumuz
Bir bölük ankâlarız Kaf-ı kanaat beklerizKıldı zülfün tek perişân hâlimi hâlin senin
Bir gün ey bîdert sormazsın nedir halin senin
Böylece, “Fuzulî’de ıztırapla ve insan kaderiyle dorudan doğruya temas ederiz. (…) Çünkü onun lügati, fakirlik ve ıztırabın etrafında döner ve aynası, yalnızlığın aynasıdır.” Unutulmamalıdır ki Fuzulî, sarayın havasım değil, toplumsal kargaşanın sürüp gittiği, ekonomik bir çöküntünün egemen olduğu Irak’ın havasını soluyor, Hüseyin’in anısının eksilmeksizin sürdüğü topraklarda yaşıyordu. Mersiyelerindeki acı ve yakınma, kasidelerindeki övgü ve başka nasıl açıklanabilir.
O Kanuni için,
Geldi burc-i evliyâya padişah-ı nâmdâr
Rûşen etti adiden her gûşesinde bin çerâğ
derken, salt kendisinin değil, bütün bir halkın kaderinin değişeceğine inanıyordu. Günde dokuz akçalık bir gelire razı olan, gelecekten hiçbir şey beklemeyen bu psikoloji, kuşkusuz din ve tasavvufla besleniyordu. Ama ben sözcüğünün neredeyse her beyitte karşımıza çıkması, şairin bireysel bir tavra büründüğünü göstermez. Tersine onun ben’i, ortak bir kaderin yansıdığı toplumsal psikolojinin bileşkesidir:
Perişân hâlin oldum sormadın hâl-i perişânım
Gamından derde düştüm kılmadın tedbir-i dermânım
Ne dersin rüzgârım böyle mi geçsün güzel cânım
Gözüm cânım efendim sevdiğim devlet ü sultânım
derken kendi perişanlığını yansıtır belki. Ama yüzyıllar ötesinden bugüne seslenebilmesi, genelde inşam bir yanından yakaladığını gösterir. (Kaynak: Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Tarihi)
Öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmayıp, eserlerinden islami bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Su Kasidesi’nin 2.beytinde
“Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su”
diyerek astronomi bilgisininde iyi olduğunu ortaya koymuştur.
Türkçe divanının önsözünde, “Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir.” demektedir.
Türkçe divanındaki şiirlerini Azeri lehçesinde yazmıştır. Aynı zamanda Arapça ve Farsça divanlarından bu dilleri de çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.
Bedensel zevklerden ziyade tasavvufi bir aşk, ehlibeyte duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre’dir. Leyla ve Mecnun mesnevisi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevilerden biridir.
İran şiirinden Hafız, Türk şiirinden ise Nesimi ve Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemale erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir.
Kanuni’nin Bağdat’ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikayetnãme’yi yazmıştır. Şikayetnãme Fuzuli’nin en önemli eserlerinden biridir. Şikayetnamesinde Fuzuli şöyle der:
” Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar.
Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar “
Çokça zikredilen beyitlerinden bazıları şunlardır:
Aşk imiş her ne var alemde
İlim bir kil ü kal imişMende Mecnundan füzun aşıklık isti’dadı var
Aşık-ı sadık menem Mecnunun ancak adı varHasılım yoh ser-i küyunda beladan gayrı
Garazım yoh reh-i aşkında fenadan gayrıEyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir
Men kimem saki olan kimdir mey ü sahba nedirDest busi arzusıyle ger ölsem dustlar
Kuze eylen toprağım sunun anınla yare suYa rab bela-yı aşk ile kıl müptela meni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda meniYılda bir kurban keser halk-ı âlem ıyd içün,
Dem be dem saat be saat men senün kurbanınam.
Açıklama: “Fuzûlî bilgi” ifadesi “gereksiz bilgi, fazla bilgi” anlamında değildir; faziletli, erdemli bilgi” anlamındadır.
Fuzuli’nin Eserleri
Eserleri Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzuli’nin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Türkçe manzum eserleri
Türkçe mensur eserleri
Farsça manzum eserleri
Farsça mensur eserleri
Arapça eserleri:
Bazı Eserlerinin Kısa Tanıtımı
Türkçe Divan
Beng ü Bade
Sohbetü’l Esmar
Hadikatü’s Süeda
Şikayet-name
Heft-Cam
Sıhhat u Maraz
Enisü’l Kalb
Rind ü Zahid
Matlaü’l İtikad